Devlet, halkı için vardır. Halkın veyahut vatandaşların tek başına çözemedikleri ihtiyaçlar için örgütlenir ve faaliyetini yürütür. Devlet de kendince bir iş listesini icraata dönüştürmek ister. Evvel emirde, işbu hizmet listesi “güvenlik“ gibi devletin teşkilatlanarak çözebileceği işler ile başlar. Hakikaten güvenlik hizmeti, insanın olduğu kadar devletin de mevcudiyetini tehdit eden unsurları ortadan kaldırdığından ötürüdür ki asla eksiltilemez, azaltılamaz, vazgeçilemez bir nitelik arz eder. Mevzunun halli noktasında “canla, başla” uğraş veren bir halk da vardır. “Para ise para, mal ise mal” olarak halkın desteği de devreye girebilir. Aksi halde güvenliğin tesis edilemediği herhangi bir durumda ne canın, ne malın ne de ırz ve namusun korunması mümkün olacaktır.
Gorbaçov BM’de SSCB’nin dağılma sürecini anlattığı son konuşmasında üyelere, “Size iki haberim var birisi iyi birisi kötü.” diyerek söze başlar. “SSCB dağılıyor; bu iyi haber… Artık tek kutuplu bir dünyadasınız; bu da kötü haber.” Dünya şimdi tek kutuplaştıkça herkes yönünü ve bakışını ABD’nin tavır ve davranışları ile belirlemeye başladı. Pek çok devletin egemenlik alanına da ortak oldu. Dünyanın düzeni bozuldu. Hatta beter hale geldi.
Bir devlet ne kadar “5 büyüklerin dümen suyunda” ise bölgesinde sorunsuz olur. Halkı huzursuz olsa da yönetimler mutlu ve otomatik pilota bağlanmıştır. Daha da ötesi, ne üretip ne satacağına kadar başkaları karar veriyorsa, açılacak okullar, yapılacak yatırımlar, hatta işbirliği içinde olunacak ülkeler 5 büyükler tarafından belirleniyorsa… O devletten iyisi ve uyumlusu olmaz.. olamaz! İşi rast gider.
Bunun anlamı fiziken var, ancak egemenlik olarak yok demektir. Bu devletin verilen ödevleri yapması yanı sıra kimlerle ittifak halinde olduğu da önem taşır. Bu yüzden ülkenin ziyaretçileri ve yapılan yurtdışı temaslar sürekli mercek altındadır. Yapılan ticaret dahi belirlenen çerçevededir. Bunun adı asla İstiklal ve Cumhuriyet değildir…
Düzen, huzur ister. Huzur olmayan yerde bireysel silahlanmadan başlayan, başka kaotik durumların vücut bulacağı açıktır. Devlet, elindeki imkan ve güçlerle bu huzur ortamını tesis etmeye çalışır. Ancak devletin de bir meşruiyet çizgisi vardır ki buna istinaden kendisine bir hareket alanı oluşturur. Bunu geçemez. Kendisine Anayasa ile tanınan belirli yetki ve sorumluluklarını kullanır.
Yöneticilerin sık sık “yeni” Anayasadan söz etmesinin ardında, meşruiyet zeminini halka onaylatmak vardır. Bu yüzden Anayasa kavgası hiç bitmeyecek şekilde, uzun sayfalara sığmaya çalışan bir hale dönüşebilir.
Bu yüzden 200 yıl öncesinde, Alman değirmenci “Berlin’de savcılar/hakimler var” derken, güvendiği yer bütün bir hukuk düzenidir. Neticede bu hukuk rejimini işleten ve gücü kullanan, güçlü olan devlettir. Bu gücünü, kullandığı ve bulundurduğu silahlar ile her daim hissettirir. Temel sıkıntı bu namluların kendi halkına yönelmesidir… bu yüzdendir ki “Kendi halkına yöneltilen silahı, kimse selamlamaz ve hiç kimse alkışlamaz…” Halkın kendisini korumak için oluşturulan silahlı gücün hedefi, düşman olmalıdır…
Güvenliğin olmadığı alanlarda hakim olan silahlı unsurlar, siyaseti de ticareti de yönetir. Sonucun dönüp gelip hukuku ve adaleti de hedef alması kaçınılmazdır. Bu yüzden besin kaynağını silahlı güçlerden alan yerel organizasyonların gelişmesi bu illegal silahlı unsurların varlığı ile mümkündür. Siyasi bağlantılarından önce terörist unsurlar engellenmelidir. Bu bir egemenlik sorunudur ve silahlı unsurlar, yönlendirdiği siyasi gruplarla egemenliğe ortak olmaktadır. Yurt dışındaki silahlı grupların dışarıdan içeriye “ayar çekmesi” engellenmedikçe, siyasetin selamete ermesi mümkün olmayacaktır. Başka ülke sınırlarında konuşlanan örgütlü yapılar ortadan kaldırılmadan, başka bir ülke toprağında üs veya barınaklar tehdit olmaktan uzak hale getirilmeden, terör ile yapılan mücadele hep eksik kalacaktır.
“Büyük devlet aklı” işletilmelidir. “Baba katili ile babanın bir safta” yer almasını engelleyecek tek güç devlettir. Hukuk ve adaleti işletmeden, vicdanlarda adalet duygusunu hakim kılmadan; siyasetin de ticaretin de gelişmesinden söz edilemez. Gün gelir ticaret, siyaseti finanse etmeye başlar. Ve ticaret siyasete egemen olur. Bunun adı yönetimin parasallaşmasıdır. Siyaset kendini destekleyenleri koruyup kollamaya başlar. Erdemler ve değerlerin ikinci plana atıldığı bu düzeni kimse istemeyecektir.