Her sabah güneşin doğuşundaki güzelliği fark etmeden işine gücüne giden, daha iyi, daha lüks bir ev satın almak için gecesini gündüzüne katan, arabasının modelini yükseltmek için kaldırabileceğinden fazla borca girmeyi iyi hamle olarak nitelendiren ve kendisini bunun gibi birçok güçlüğü yaşamak zorunda bırakan insanlarla dolu bir toplumda, ne kadar kendimiz olarak kalabiliyoruz, başkalarına benzemekten korkuyoruz acaba?
Ne kadar sağlıklı ilişkiler kurabiliyoruz? Sevgiyi, aşkı, güveni, iyi niyeti, empatiyi ne kadar hayatımıza sokabiliyoruz? Yaşadıklarımız gerçek mi, yoksa gerçeklikten uzak mı? Aynı evin içinde birbirleriyle sohbet etmek yerine, telefonlarına ya da tabletlerine sarılarak sosyalleşen günümüz insanı, acaba duygularının gerçekliğinden ne kadar emin? Plastik Cerrahların ya da fotoşoplu cep telefonlarımızın kameraları sayesinde kavuştuğumuz çizgisiz, çubuksuz yüzlerimiz egomuzu okşarken, içimizdeki çocuğu küstürmüş olabilir mi?
Oysa içimizdeki çocuktur dış dünya ile sıcacık ilişkiler kurabilen, sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, korkularımızı, umutlarımızı koşulsuzca ortalığa saçıveren, insan taraflarımızı yaşamamıza yardım eden. Aynı saçlarla, aynı kaşlarla, aynı kontak lenslerle, fiziksel olarak birbirimize öyle çok benzedik ki, bizi biz yapan özelliklerimizi kendi isteğimizle katledip, kaldırdık ortadan. Hırslarımıza, hedeflerimize uygun ilişkiler kurabilmek için son hızla çeşit çeşit maskeler edindik. Sanal ortamda tanışıp, sanal aşklar yaşayıp, sanal ayrılıklar yüzünden acılar girdik. Bu kadar mevhum bir ortamda yaşadıklarımızı da aşk zannettik. Bundan 36 yıl önce, 1985 senesinde, insan ilişkileri bu denli pamuk ipliğine bağlı değilken bile, Amerikalı yönetmen, senarist ve aktör Woody Allen insanların eşine zor rastlanan gerçek bir aşkı bulduklarında, onu nasıl da aptalca sebeplerle ve kolayca feda edebildiklerini konu alan güzel bir film çekmiş.
“Kâhire’nin Mor Gülü”
Bu gün sizlere, bu filmden bahsederken, kendinizi ve duygularınızı bir süreliğine de olsa sorgulamanızı diliyorum. Hayatınızda yanlış giden ya da mutlu olduğunuzu hissettiren şeylerin ne kadarının gerçek, ne kadarının sahte olduğunu ayrımsayabilmeniz için ruhunuzu karşınıza alıp kendinize biraz uzaktan bakmanızı rica ediyorum.
Woody Allen'ın yazıp yönettiği “Kahire’nin Mor Gülü” konusu aşk olan filmler anıldığında, aklıma ilk gelenlerden biridir. Geçek dünya ile hayal dünyasının sınırlarının birbirine karıştırdığı için kurgusu ve işlenişi bakımından kült bir romantik komedidir. Senaryosunda, aşkın doğasına ve insanların aşka yaklaşımlarına dair felsefi bir derinlik de mevcuttur. Aşk tabiatı gereği, yüreğine yerleştiği insanın birçok duygusunu en uç noktalara kadar taşır, hissettirir ve bu duyguların en başında da yalnızlık duygusu yer alır. Filmin kadın karakteri Cecillia’nın hayatına baktığımızda, yaşadığı en yoğun duygunun dışlanma ve yalnızlık duygusu olduğunu görürüz. Kendi içinde yeterince yalnızlık çeken, karanlığa gömülen her insan, ruhundan dışarıya açılan bir pencere inşa etmek ve o pencereden içeriye ışığın sızmasını sağlamak zorundadır. Aksi takdirde hiçbirimizin yaşayan bir ölüden farkı kalmaz.
Filmin ana karakterlerinden Cecillia da bunun mücadelesini vermektedir. Bencil ve duygusuz kocasıyla yolunda gitmeyen evliliğinden kaçıp kurtulmak ve hayatına renk katmak amacıyla yaşadığı kasabadaki sinemaya gitmeye başlar.
Sinemada “Kahire'nin Mor Gülü” adlı film oynamaktadır.
İç dünyasının ıssızlaşmasıyla, ruhunu gerçek dünyadan soyutlayarak, kendini izlediği filme kaptırmıştır. Filmin Tom Boxter adlı kahramanından o kadar etkilenmiştir ki, aynı filmi defalarca izlemeye gelir.
İşte tam da böyle bir sırada olanlar olur. Hayranlık duyduğu Tom Boxter, seyirciler arasında oturan Cecillia'yı fark eder ve sinema perdesinde akan filmin içinden çıkarak yanına gider. İkisi de birbirinden hoşlanmıştır ancak ikisinin de dünyaları birbirinden çok farklıdır. Tom Boxter buna karşın Cecillia’yı salondan kaçırıp gerçek dünyayı tanımak için keşfe çıkar. Bu sırada film normal akışından kopmuş, içindeki karakterler esas oğlan olmaksızın rollerini oynayamaz, seyirciler ise filmi izleyemez hale gelmiştir.
Yapımcılar, durumu kurtarmak için Tom Boxter'ı bulup yeniden filmin içine hapsetmenin yollarını ararlar fakat hesaba katmadıkları bir şey vardır; Cecillia ve Tom artık birbirlerine sırılsıklam âşıktırlar ve birlikte yaşayabilmelerinin tek yolu, Tom’un Cecillia’yı filmin içine taşıyıp Kahire’ye götürmesidir.
Durum öylesine içinden çıkılmaz bir hal almıştır ki, sonunda her şeyi yoluna sokmak için Tom Boxter karakterinin yaratıcısı, yani rol yaparak ona can veren Holly wood yıldızı Gil Shepherd olaya el atmak zorunda kalır. Amacı Cecillia’ya ilgi gösterip, Tom’la arasını açmak ve ona duyduğu aşkı, kendine çevirmektir.
Bir şekilde planlı olarak Cecillia ile tanışır ve ona âşık olduğunu söyler.
Cecillia'nın kafası bu durumdan hayli karışmıştır.
Hayali bir film kahramanı ile onu yaratan gerçek bir Hollywood yıldızı arasında aşk adına seçim yapmak zorundadır. İkisi de tıpa tıp aynıdır. Düşünür, taşınır ve hayali bir kahramanın peşinden Kâhire’ye gitmektense, mantığını kullanır ve gerçek hayattaki aktörle Hollywood'a gitmeye karar verir. Evine koşar, aksi ve sevimsiz kocasının bütün itirazlarına rağmen, kavga dövüş valizini toplar. Koşarak sinema salonuna döner. Fakat etraftakilerden ünlü aktörün kendisini terk ettiğini ve Hollywood'a onsuz döndüğünü öğrenir. Yıkılmıştır…
Eve dönmeyecek kadar da gururludur. Elinde valizi, yüreğine sığdıramadığı pişmanlıklarıyla yeniden sinema salonuna girer ve her zaman oturduğu koltukta gözyaşları içinde filmi izlemeye koyulur. Tom Boxter’ın yüzüne bakmaya yüzü yoktur fakat yine de onu son bir kez olsun beyaz perdede görmeyi umut eder. Ne yazık ki, filmde artık Tom Boxter yoktur.
Ruhundaki küçücük pencereden içeriye sızıp karanlık dünyasını aydınlatan Tom Boxter yerine, lüks yaşantısından ve egosunu doyurmaktan başka şey düşünmeyen Gil Shepherd’ı tercih etmesinin bedeli, gerçek aşkını sonsuza dek kaybetmesi olmuştur Cecillia’nın.
Tom Boxter ise onca hengâmeye karşın, Cecillia gibi davranmamıştır hiç.
Gerçek dünyada gezinirken yolu kasabanın randevu evine düştüğünde bile kendisini baştan çıkarmaya çalışan kadınlara yüz vermemiştir. Hatta aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:
“Sevişmeyi biliyorsun değil mi?”
“Sizinle sevişemem ki…”
“Kadınlardan hoşlanmadığını söyleme sakın! Ya da savaşta yaralandığını”
“Hayır! Ama başka birine aşığım, Cecillia’yı seviyorum”
Her ikisin de aşk uğruna yaptığı tercihlere, davranışlara baktığımızda, insan ırkının hata yapmaya ve yanılmaya ne denli yatkın olduğunu daha iyi görebiliyoruz.
Film sona erdiğinde şüphesiz ki insan, gerçek aşkın, onun suretine feda edilmiş olmasından üzüntü doyuyor ve pişmanlık duygusunun insan ruhunda açtığı korkunç boşluğa karşı biraz daha farkındalık geliştiriyor. Bu korkunç boşluğun içinde yok olmamak için sevgiyi ve aşkı hak ettiği şekilde kucaklamak gerek.
Cecilia film boyunca bize tam da bunları anlatmaya çalışmıştır.
Woody Allen’ın yazıp yönettiği, başlıca rollerinde Mia Farrow, Jeff Daniels ve Danny Aiello’nun oynadığı “Kâhire’nin Mor Gülü” adlı film 1986 yılında, en iyi senaryo dalında Oscar’a aday gösterilmiştir fakat Altın Küre ödülünü kazanmıştır. Aynı yıl en iyi film ve en iyi senaryo dallarında BAFTA ödülünü almıştır. Ardından CANNES film festivalinde Uluslararası Film Eleştirmenleri (FIBRESCI) ödülüne layık görülmüştür. Bununla birlikte toplam 14 ödülün daha sahibi olan “Kâhire’nin Mor Gülü” küçük yaşlardan beri öyküler yazıp, film çekmeye meraklı Woody Allen’ın kendi değimiyle sanatsal ve teknik açıdan ele aldığı en iyi filmidir.
Böylesine nitelikli ve insan ruhunu besleyen, zihinsel ve ruhsal gelişimi aktive eden, objektif bakış açısını besleyen, değer yargılarımızı inşa ederken doğru riskler almamızı öneren filmlerin televizyon ekranlarında daha fazla yer tutmasını, daha çok insan tarafından izlenip tanınmasını umut ediyorum.
Şüphesiz ki aşk, insanlığın en büyük sınavlarından ve en vazgeçilmez duygularından biri.
Ben de, kâinatta, her şeyden önce yaratılan ilk şeyin sevgi olduğunu düşünüyorum ve bu duyguyu insanların hizmetine veren Tanrı’nın, son nefesimize doğru uzanan zorlu yaşam yolumuzu, aşkın ışığıyla aydınlattığına inanıyorum.
Herkesin bir gün mutlaka gerçek aşkla karşılaşması ve onu iş işten geçmede farketmesi dileklerimle…
Nesrin Aydın