PANDEMİYLE GEÇEN BİR YIL; YALNIZ DEĞİLSİNİZ

2019 yılının son günlerinde Çin’in Wuhan kentinde bir hayvan pazarında ortaya çıkan korona virüsü kısa süre için nerdeyse tüm dünyaya yayılarak, toplumsal yaşamda köklü değişikliğe neden oldu. Küresel ölçüde toplumları etkilen bu virüs için, Dünya Sağlık Örgütü ve beraberinde birçok millet alarma geçerek, virüsün tedavisi ve toplumsal yaşamın normalleşmesi için çalışmalar başlattı ve devam ediyor.

Pandemi koşullarında bir yılı ardımızda bıraktık. Pandeminin odak noktası insan sağlığı olsa da, insan aynı zamanda ekonomik, sosyal, psikolojik vs. yönleriyle bütünlüklü bir canlıdır. Dolayısıyla bu bütünlükçü bakış açısıyla yazımda, pandemi şartlarının; davranışlarımızda, duygularımızda, düşüncelerimizde yaratabilecekleri üzerine biraz konuşmak istedim. Bir yılı aşkın süredir hayatlarımızın merkezinde yer alan, ilk karşılaşmamızda hepimizde korkular ve yoğun endişeler yaratan yepyeni bir hastalık koronavirüs. Her gün neden olduğu -çoğuna ister istemez duyarsızlaştığımız- sayısız ölümler ile bir anda hayatımıza girerek bizleri sarsan tanımadığınız bu hastalık beraberinde alışık olduğumuz yaşam tarzını da değiştirdi. Çok severek takip ettiğim bir meslektaşım bu konuyla ilgili şöyle bir benzetme yapmıştı; “Her birimiz belli amaçlarla arabamızda hızlı bir şekilde ilerlerken bir anda el frenlerimiz çekildi.” Kimimiz hiç bilmediğimiz yollarda, kimimiz ise uçurum kenarında kalakaldı. Paniğe kapıldık, sevdiklerimizin nerede ve nasıl olduklarını merak ettik, onlar için endişelendik…

Bizleri endişelendiren ve kaygılandıran şeylerin başında ise belirsizlik ve bilinmezlik hissi yatıyordu. Zorluklarla geçen bir yılın ardında, bu hastalığı tanıdıkça; etkilerini ve yan etkilerini, hastalıktan nasıl korunabileceğimizi, nelere dikkat etmemiz gerektiğini biraz biraz öğrendik. İlk zamanlarda yaşanan korku ve endişenin mevcut durumda aynı yoğunlukta olmadığı, (artan vaka sayısına rağmen) insanlarda genellikle bir rahatlamanın yaşandığı gözlenmekte. Bunun nedeni ise, insanların hastalığa ve korunma yöntemlerine yönelik kendi içlerinde tanımlama ve açıklama yapmış olmaları ve sürece alışmış olmalarıydı. Her ne kadar hayatımıza ilk girdiği dönemde olduğu kadar, yoğun duygulara neden olmasa bile bu hastalıkla beraber yaşam tarzımız tamamen değişmiş durumda. Artık bir yakınımızla karşılaştığımızda tokalaşmıyor, arkadaşlarımızla sarılmıyor, evimize misafir davet etmiyor, bir yerlerde oturup uzun sohbetler etmiyor, büyüklerimizin yanına içimizde bir korku olmadan gitmiyoruz. Ailelerimizden ayrı yaşıyorsak, onlarla görüşme sıklığımız ciddi oranda azaldı. Yeni insanlar tanıma fırsatımız azaldı. Arkadaş toplantılarımız azaldı. Seyahatlerimiz ve tatillerimiz azaldı. Yani sosyal hayatımız ve çevremizden görmüş olduğumuz sosyal desteğimiz azaldı. Bütün bunlar yanında hasta olma ihtimalimiz ve can güvenliği riskimiz arttı. Hayatımızdaki temel yaşam alanları sınırlandı, sokağa çıkma yasağı gibi yasaklar arttı. Hayatımıza maske girdi ve yerleşti. Önceki yaşantımızın tam tersine artık yolda maske takmayan insanlar gördüğümüzde garip bakar olduk.  Hayatımızda yaşanan tüm bu değişiklikler bir anda ve hızlıca oldu. Yeni bir şehre taşındığımızda bile ufak bir sarsılma yaşayan ve adaptasyon sürecine ihtiyaç duyan, duygu durumumuzda dalgalanmalar yaşayan biz insanlar, artık daha önce hiç tecrübe etmediğimiz ve hiç hayalini kurmadığımız bu yaşam şekline alışmaya çalışıyoruz, hala. İşte bu nedenle kendimizi yorgun, bıkmış, isteksiz, hevessiz, kaygılı, umutsuz, fazla yerken veya yiyemezken, fazla uyurken veya uyuyamazken bulursak (işlevselliğimizi kaybetmediğimiz sürece) bu yaşadığımız sürecin adaptasyon süreci olduğunu ve kolay olmadığını kendimize hatırlatmakta fayda var diye düşünüyorum. En önemlisi ise bu süreçleri evlerimizde birbirimizden ayrı da olsa çoğumuzun benzer şekilde yaşadığını unutmadan, yalnız olmadığınızın bilincinde yaşamamız faydalı olacaktır.