İzmirli deneyimli ceza avukatı Çiler Nazife Koşar’ın kaleminden çıkan ‘Sus(a)madıklarım’ isimli deneme türündeki kitap büyük ilgi gördü. Bir ayda üç baskı yapan ‘Sus(a)madıklarım’ kitabı için Alsancak Yakın Kitabevi’nde imza günü gerçekleştirildi ve yoğun ilgi gördü.
Hıçkıra hıçkıra ağladıysam yazdım…
Ağır ceza davalarında deneyimli olan Avukat Çiler Nazife Koşar, “Kimin hikayesi benden, etimden bir parça kopardıysa yazdım. Hangi cezaevi dönüşü arabada hıçkıra hıçkıra ağladıysam yazdım. Mahkeme salonlarında, bir nezarethanenin sıvası dökülmüş soğuk, kirli duvarlarında, mahkûm koğuşunda, demir parmaklıkların arkasında, gözlerimin içine umutla bakan kim varsa yazdım. Dayanamadım. Birinin bu haykırışları duyması, duyurması lazımdı. Adalet dediğimiz şey ayarı çoktan kaçmış bir teraziden, hukuk dediğimiz şey evrensel ilkelerden ibaret olamazdı. Kanunların dokunduğu malzeme insandı! Yaptığım iş; zaten kitaplarda yazılı olanı, bir de mahkeme salonunda ‘Yaz kızım!’ tiradıyla, burnunun ucundan düşen gözlüğü, üstten bakışları ve çatık kaşlarıyla, empati yeteneğinden çoğunlukla yoksun, karşısındaki insanı bir dosyadan ibaret görmeye meyilli yargıçlara aynen yazdırmak olmamalıydı. Soğuk duruşma salonunun sanığa ayrılmış kısmında, yaramazlık yapmış çocuğu tek ayak üzerinde bekletir gibi savunmadan izole edip, bir başına, yüreği ağzında, hayatı iki dudağınızın arasında beklettiğiniz o insanın, bir varoluş mücadelesi vardı çünkü..” ifadelerini kullandı.
Ömrümü ömürlerine kattım, yaşamlarına benden ömürlük bir iz bıraktım
“Soğuk duruşma salonunun sanığa ayrılmış kısmında, yaramazlık yapmış çocuğu tek ayak üzerinde bekletir gibi savunmadan izole edip, bir başına, yüreği ağzında, hayatı iki dudağınızın arasında beklettiğiniz o insanın, bir varoluş mücadelesi vardı çünkü. Bir hikayesi vardı. Ekmek kavgası vardı hayatla.” diyerek sözlerine devam eden Koşar, sözlerini şu şekilde sürdürdü, “İşte ben imzamı onların bende bıraktığı bu hislerin altına attım. Ömrümü ömürlerine kattım, yaşamlarına benden ömürlük bir iz bıraktım. Susamadıklarımı yazmak, yazdıkça o günlere dönmek, yerli yersiz bir detayı hatırlamak hiç kolay olmadı, derin yaralar açıldı ruhumda, kabuk da tutmadı. Sardım, sarmaladım yolunca yordamınca. Hani kıştan kalma açık yaralarla, yazın ilk deniz siftahı yaptığımızda; tuzlu su sızlatır ya tenimizi. Öyle kavurucu bir kavuşma oldu işte bizimkisi. İçim sızlaya sızlaya, tuz basarak yaralara göğsüme bastım her birini. Çünkü herkes bilsin istedim. Hunharca öldürülen Gülcan hemşirenin, parmak uçlarından ölüm damlayan Münevver’in, gözleri açık giden Pınar’ın, hayatının baharında hayata doyamadan katledilen Azra Gülendam’ın, ölümüne intihar süsü verilen Şule’nin, ölümünden neredeyse kendi sorumlu tutulan Ceren’in, babasının katili annesinin cezasına ortak olan, cezaevinde doğup, cezaevinde büyüyen, ‘pipimi kestiririm saçlarımı kestirmem’ diyen Erdem’in, bu dünyada yüzü hiç gülmeyen Güldünya’nın mahkeme zabıtlarında, karakol tutanaklarında yazmayan hikayesini herkes bilsin istedim. Bilsinler ki; kendi hayatlarında yol gösteren bir rehber olsun, kutladığımız 8 Martların bir anlamı olsun, sevmeyi en çok da sevmeyi, severek iyileşmeyi huy edinelim diye yazdım.”