YILMAZ VURAL'LA SÖYLEŞİ      

Buket Işıkdoğan Köse

Altay’ın efsane kaptanı Orhan Üstündağ’ı aradım.

“Seninle çok özel bir röportaj yaptım. Kaleci Şanver Göymen, Hakem İsmet Arzuman’la röportaj yaptım. Ben şimdi de bir teknik direktörle görüşmek istiyorum.’’ dedim.

“Yılmaz Vural’’ dedi.

Kendisini aradım, teknik direktörlere sormak istediklerimi sizler adına sordum.

Yılmaz Vural kimdir?

Otuz beş yıldır Yılmaz Vural’ı anlatıyorum. Şu tarihte “Şurada doğdu, şunu yaptı” demenin ötesinde, Türkiye’de futbol adamı kimliğiyle, antrenör kimliğiyle yirmi dokuz takımın antrenörlüğünü yapmış, otuz yedi kez sözleşme yapmış. Antalya iki, Gençlerbirliği iki, Bursa’da üç kere, Konya’da iki kere, Adana Demirspor’da iki sezon çalışmış, bir yanda entelektüel tarafıyla, Kemal Sunal’la bir filimde rol almış, Birol Güven’in seksenler dizisinde, Tolga Çelik’le bir tiyatro oyununda sahne almış, mutfak programlarından tutun da siyasi programlara, Beyaz Şov gibi televizyon programlarına konuk olmuş, Fatih Altaylı, Uğur Dündar’ın programlarına katılmış, ‘’Futbol adamının ne işi var bu programlarla ?’’ diyeceksiniz, yani her konuda söylediği gündem olmuş, dinlenen, aranan biriyim. Siyasi görüşü ne olursa olsun herkesin sevgisini kazanmış, tarafsız kalıpta insanların sempatisini kazanmış biriyim.

Ama; rahatsız olduğu konuları dile getirdiğinde, Türkiye’de önemli görevler alamamış, bu ölçüde eleştirilmiş biriyim (Onu yapıyor, bunu yapıyor…). İnsanlar sizin futbol dışında yaptıklarınızı, kendi işinizle ilişkilendiriyor ki, alakası yok o sizin işiniz dışında yapabildiğiniz şeylerse neden olmasın, toplum tarafından bunun yanlış olmadığı düşünülmüş. Yaptıkları zaman içinde kabul görmüş bir kişiliğim.

Bu işe başladığımda otuz iki yaşımdaydım şimdi altmış yedi yaşındayım. Yıllar çabuk geçiyor ve çok şükür Türk olup da dünyanın neresinde olursa olsun futbol dışında kişilerin de tanıdığı, saydığı, sevdiği, sempatiyle baktığı, doksan üç senesinden beri telefon numarasını değiştirmemiş, Hakkari’den Kars’a Antarktika’dan Avusturalya’ya kadar herkesin arayıp sorduğu biriyim.

Otuz beş sene bir meslekte yukarıda kalmak kolay değildir. Çok şükür otuz beş yıldan beri hiç işsiz kalmadık, bu da büyük başarıdır. Türkiye şartlarında, her şeyin güçlünün elinde olduğu, güç kimdeyse onun sayesinde işin bulunduğu bir ortamda buna rağmen hala aranabilen, çalışılmak istenen bir kişiliğiz

Türkiye’yi bırakın, dünyada profesyonel futboldan iki üniversite bitirmiş, dünyanın en önemli antrenör kurslarına katılmış, Türk vatandaşı olarak bunun gururunu yaşayan biriyim. Ama yaptıklarımla doğru orantılı daha önemli görevlerde kullanılabilirdim. Bu konuda hep şikâyetim olmuştur.

“Gözünüz nereye bakıyor? Burada bu işi profesyonel eğitim alarak yapmış biri var, ona neden gerekli önemi vermiyorsunuz?” diye şikâyette bulunmuş birisiyim.

Futbol oynadığınız dönemlerde etkilendiğiniz teknik adamlar var mıydı?

Almanya’da bulunduğum dönemde, Avrupa’nın en önemli antrenörü Avusturyalı Ernst Happel, Alman teknik direktör Udo Lattek, yine Hollandalı Rinus Michels gibi değerli antrenörlerin antrenmanlarını takip ettim. Üç tane insan yönetme karakteri vardır; Onlardan birisi diktatörüz ‘’Rinus Michels’’, demokratik insan yönetme karakteri “Ernst Happel’’ ve oyuncu odaklı insan yönetme karakteri ‘’Udo Lattek’’. Ben bu üç tarzı bu üç değerli teknik adamdan öğrendim. Onların uzmanlık boyutundan çok, insan yönetirken ki tavırları beni çok bilgilendirmiştir. Türkiye’de de etkilendiğim antrenörlerin başında Özkan Sümer gelir. Onunla birlikte altı aylık yardımcı antrenörlük dönemim olmuştur. Ondan çok şey öğrenmişimdir. Yanında olmaktan her zaman gurur duymuşumdur. Diktatörüz bir teknik adamdı. Candan Tarhan hocamız oyuncu odaklıydı. Gündüz Tekin, Metin Türel… Bilgilerine baş vurduğumuz değerli abilerimizdi.

Bizde bu işin bir insanlık boyutu vardır, bir de uzmanlık boyutu. Uzmanlık boyutunu çok iyi öğrenmek gerekir. Ama insanlık boyutu kendinizi geliştirmenizle ilgili bir boyuttur. Okulu yaşamdır, yaşamdan aldığınız derslerdir, ailedir, birebir çevredir. Sizin dünya ’ya bakışınız, hayata bakışınız, yaşam felsefenizdir. Bütün bunlar bir araya geldiğinde bu değerli isimler örnek aldığım, yaptıklarını yapmak değil de etkilendiğim değerli insanlardır.

Köln Spor Akademisi mezunu, akademik kariyeri olan biri olarak üç büyüklerde neden görev almadınız?

Türkiye’nin ilk kurulmuş Spor Akademisi olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Akademisinde eğitim aldım. Öğretim üyesi oldum. Daha sonra Almanya’ya gittim. Alman Spor Akademisini yeni baştan okudum. Alman Futbol Federasyonu Antrenörlük kurslarını bitirdim. B lisansından teknik direktörlüğümü Almanya’da yaptım. Bu işin teorisini, bu işin pratiğini bilirim. Çekirdekten gelme tarafımızda vardır. 1974 senesinde Sivas Spor da profesyonel futbol oynadım. Tekirdağspor’da Hacettepe’de ve Ankara Demirspor’da profesyonel futbol oynadım. Hem üniversiteli hem okullu hem çarıklı derler, ben de böyleyim. Bütün bunlardan sonra 1986 yılında Türkiye’ye döndüm. Bu ülkede bilgiyle görev yapan, bilgiyle iş bulmuş, aracısız iş yapan insanlardan biriyim. Beni buralara bilgi getirdi. Çok iyi bir sporculuk hayatım oldu ama büyük takımlarda oynamadım. Yani hiç kolay değildir bu pazarın içine girmek.

Benim bu işi yapmaya aday arkadaşlara tavsiyem: öğrendiklerinizi hayata geçire bilme yeteneğiniz ve beceriniz varsa, benim gibi otuz beş yıl hiç risk almadan çalışa biliyorsunuz. Bilgi sizi bir yerlere getirir ama yine de bir insanın size dokunması lazım. Bu parmağı ile dokunma olayı değildir, siyasi anlamda bir dokunma olayıdır. Maalesef bu konuda bir beceriksizliğim oldu. Dolayısıyla bilgiyle bu ülke de ancak buraya kadar gelinebiliyor. Şikayetçi değilim. Artık bu ülkede de politikacılar bu konuyla ilgili rahatsızlıklarını dile getire biliyorlar. İnanıyorum ki; artık ülkemizde de herkes hak ettiği değeri bulacaktır. Ama bunu biz görür müyüz bilemiyorum.

Maçlarda son derece hararetli bir biçimde takımı motive ediyorsunuz ve bu seyircilere de yansıyor seyirciyi de motive ediyor. Bunu bilinçli mi yapıyorsunuz?

Mesleki bir sır. Ben bunu açıklamayayım şimdi. Bilinçli yapıyorum dersem insanlara saygısızlık olur, sanki onları kullanıyormuşuz gibi. Tabi ki eğitimli olmak, profesyonel olmak farklı bir olay; insanlarla iletişim kura bilmek farklı bir olay. Bu bir özelliktir. Samimiyet ister, dobra olmak ister. Herkes kendine göre akıllı, herkes her şeyi biliyor. Dolayısıyla ben bunları bir rol olarak yapmadım. Bu benim doğal oluşumla, kendi işime bakışımla, kendi heyecanımla, kendi yapımdan kaynaklı bir şey. O yüzden zaman zaman bana şovmen yakıştırması yapılmıştır. Sanki şovmenlik aşağılanacak bir meslekmiş gibi. Türkiye’de kaç tane Cem Yılmaz var. Dünyanın en zor işi insanları güldüre bilmektir. Kolay olsa herkes yapar bunu.

Değişik takımlarla çalışıyorsunuz. Takım oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz?

Takım olabilmek, yirmi sekiz insanı bir insan halinde görebilmek, düşündürebilmek, bir insan gibi hareket ettire bilmektir. Bunun için de antrenörün çok vasıflı olması lazım. İşini iyi bilmesi lazım. Bütün bunlar bir araya geldiğinde bunu büyük bir sabırla yapabiliyorsanız, o zaman başarılı olmaya aday bir antrenör haline gelebilirsiniz. Maalesef ülkemizde daha antrenörlük lisansını almamış takım çalıştıran birçok kardeşimiz var. Onlar beni yanlış anlamasınlar, onları eleştirmek için değil bu söylediklerim. Benim için işim önemli ama prensip olarak önemli bir süreçtir. İşin öğrenilebilir tarafı vardır. Bu süreci yaşamadan bir yere gelirseniz orada kalmanız uzun olmaya bilir. Tamamen sonuca endeksli, tamamen başarıya endeksli bir hale gelirsiniz. Sonuç varsa varsınızdır, sonuç yoksa yoksunuzdur. Ömür boyu antrenör kalmak isteyen kişilere tavsiyem bu süreci yaşayın, bu süreci yaşamadan, bu öğrenilebilir boyutu aşmadan, bu işe başlamayın.

Ülkemizde hemen hemen tüm kulüplerde sık sık teknik direktör değişikliği görülür. Başarısızlığın faturasının sadece teknik direktörlere çıkartılmasını nasıl değerlendirirsiniz?

Bu olay tamamen idari bir problemdir. Çünkü siz bir idareci olduğunuz için politik bir anlamda taşıyorsanız, idareciliği kulüp yönetirken tamamen siyasi veya ticari amaç güdüyorsanız, o zaman maalesef antrenör değişikliklerinin önüne geçemezsiniz. Çünkü bu bir popülarite işidir. Yöneten arkadaşın bu popülariteye ihtiyacı varsa bu başarılarıyla sahip olacağı bir şeydir. Dolayısıyla başarısızlığın olduğu her yerde başarısızlığı başkasına mal etmek kaçınılmaz bir sorundur. O yüzden maalesef yöneten arkadaşın yapısı önemlidir. Bu tarzda sportif anlamda yöneticilik yapan, yapmak isteyen de bizleri geri çevirir. Oysa daha sabırlı davranılır, daha bu işin sonucuyla iniltili olmadığı, suçun tamamının teknik direktöre değil, kurumun yaptığı işle de alakası araştırılıp objektif olarak değerlendirildiğinde bizlerinde çalışma süremiz daha uzun olur.

Ülkemiz kulüpleri ve milli takımımız Avrupa ve dünya futbolu içerisinde istikrarlı bir başarı grafiğini niçin yakalayamaz?

Türkiye milli futbol takımı, ilk maçına 1923 de çıkmıştır. O günden bugüne bir kere on iki yaşında bir İspanyol çocuğun çektiği kurayla gittik. Bir kere Amerika’daki dünya kupasına paramız yetmediği için gidemedik. 2002 de Şenol Güneşle gittik, üçüncü olduk. Maalesef çok az katıldık. Avrupa şampiyonasına Mustafa Denizli birkaç defa gitti. Fatih hocayla üçüncü olduk, diğerlerinde de hiç gol atamadan geri döndük. Demek ki; Türkiye’de ki futbol sisteminin yapısı bizi bu turnuvalara götürecek düzende değil. Böyle bir sistem başarılı değil. Buna rağmen de bu sistemi kullanmaya devam ediyoruz.

Oyuncular yetiştiremiyoruz, antrenör yetiştiremiyoruz, dolayısıyla da böyle bir sorun yaşıyoruz. Bunları düzeltmek tabi ki bu işi organize eden arkadaşlara bağlı, bunların isteğine bağlı. Bu konu da geride kaldığımız ortada. Ama bunları dile getirmemize rağmen de kimsenin düzeltmeye niyeti yok. Böyle devam edecek. Bakalım ne zaman dur diyecekler.

Buket Işıkdoğan Köse