Aylarca evlerde kalmak zorundalığından sonra artık dışarı çıkabiliyoruz. Sosyal medyalarımız, açık hava, orman, deniz ve tatil fotoğrafları ile donandı. En büyük ihtiyacımız doğaya dönmekmiş meğerse. Böylesine uzun zaman evlerde kaldıktan sonra ihtiyaç olmadıkça kapalı alanlara ve alışveriş merkezlerine gitmek istemiyoruz. Bir ağacın altında oturmak, mavi gökyüzüne bakmak, sıcaktan bunaldığımızda denize girip serinlemek bizi mutlu ediyor.
İnsan doğanın bir parçası, her koşulda ona dönüyor fakat onu aşağılamaktan da geri kalmıyor. Süreç hızlandı, doğayı kaybediyoruz. Bu süreci elbirliği ile hızlandırdık. Koptuk doğadan, kibrimize yenildik. Teknolojinin gelişimi ile birlikte doğaya karşı egemenlik mücadelesine girişip onu kontrol ettiğimizi sanıyoruz. Geçmiş toplumlarda ilkel olarak nitelendirdiğimiz insanın, doğanın bilinmezine karşı güçsüzlüğünü kabullenişi ve korkusu bugün yerini kibre bıraktı. İlkel diye tabir ettiğimiz insan, doğanın gücünden her ne kadar korksa da anlamlı bir sevgiye sahipti. Doğanın insana nimetini de, bilgeliğini de verdiğini biliyordu. İnsan doğadan ve topraktan öğreniyordu, mevsimlerin döngüsünü, bir bitkinin filizlenmesini, bir ağacın kök salmasını yani hayatın ritmini… Tüm kadim bilgiler için doğaya bakıyordu.
Modern insan ise doğanın kadim bilgilerini görmemezlikten gelmeye başladı. Ağaçları kesiyor, suları kirletiyor, doğaya çöpünü bırakıyor, hayvanların yaşam alanını yok ediyor, nesli tükenen hayvanları avlıyor. Tükettikçe tüketiyoruz. İhtiyaçlarımız tükenmek bilmiyor. Kibrimiz arttıkça artıyor. Her şeyin en yenisini, en iyisini almak için uğraş veriyoruz. Doğadan çaldığımızı doğaya plastik ve kimyasal atık olarak veriyoruz. Bir tişört için 2.700 litre su harcanıyor yani 13.500 bardak. Pikniğe gidiyoruz; çöplerimizi oracıkta bırakıveriyoruz. Bir plastik tabak 400 yılda, bir pet şişe 500 yılda doğaya karışıyor. Halbuki bir insanın ortalama ömrü 72 yıl. Üstün varlık insan 72 yıllık hayatına kaç plastik atık sığdırır?
Kibir, büyüklenme, kendini başkalarından üstün tutma olarak tanımlanabilir. Ya korkudan ya da sevmeyi bilmediğinden kibre düşüyor belki de insan. Zarar verdiğinden ve zarar gördüğünden habersiz. Doğa affedicidir belki ama bu kadar zulmü affedebilir mi? Uyum içinde olmaktansa zafer peşinde koşarak geleceğimizi yok ettiğimizden habersiz, kibrimizle kendi sonumuzu hazırlıyor olabilir miyiz?
Ne de olsa her şey üstün varlık insan için. Evrenin en tepesinde insanın olduğunu sanıyoruz. Schopenauer kibri “Oysa ki; kibir başkalarında da böyle bir kanı oluşturma arzusudur ve genellikle bu arzuya, sonunda kendi kendisini de aynı şeye ikna etmeye yönelik gizli bir umut eşlik eder” sözleriyle tanımlıyor. Doğaya karşı çaresizliğimizi kibrimizle saklamaya çalışıyoruz. Kocaman beton yığınları yapıp ihtişamlı dekorasyonlarla süslüyor ama doğanın ihtişamlı güzelliklerini katlediyoruz. Denizin içini dolduruyor, ormanları kesiyor, dağları traşlıyoruz. Doğanın hakimiyiz, yalanıyla aldatıldığımızı fark etmeden.
Bir Kızılderili reisi olan Şef Seattle’ın, topraklarını almak isteyen ABD Başkanı Franklin Pierce’a yazdığı mektupta “Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Eğer toprağımızı size satarsak hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle herhangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de göstermelisiniz.
Beyaz adam, annesi dünyaya ve kardeşi gökyüzüne sanki satın alınabilen veya yağma edilebilen bir mal gibi, koyunlara ve parlak boncuklara davrandığı gibi davranır. Onun bu iştahı ve hırsı bir gün dünyayı yiyip bitirecek ve geriye sadece çorak bir çöl bırakacaktır.” sözleriyle topluluğunun doğayı kavrayışını ve kaygısını içtenlikle ifade etmiştir.
Her şeyin sahibi olduğumuzu sanıyoruz, dünya üzerinde her şeyin hakkını kendimizde görüyoruz. Toprağı satıyoruz, suyu satıyoruz, hayvanları satıyoruz. Halbuki bilindiği üzere, insandan başka hiçbir canlı; toprağı, suyu, diğer türleri para ile takas etmez. Doğayla ve diğer türlerle başka türlü ilişki kurma yolları belirlemeliyiz. Hiyerarşide insanın en tepede olmadığı, türler arası farklılığı kabullenip, ayrım yapmadığımız bir sistem oluşturmalıyız. Doğanın döngüsüne bakarak, onun bir parçası olduğumuzu kabullenerek, zihnimizi bulandığı kibirden arındırabiliriz.