Geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günü Kent Konseyleri Birliği’nin, iktidar tarafından Yarımada’da yapılması planlanan Turizm Kalkınma Projesine ilişkin önemli bir Çalıştay düzenlendi. Yapılması planlanan projenin; çevre, kültür, ekonomi ve nüfus dahil her yönü ile değerlendirildiği Çalıştay’a davetli idim ve süreç hakkında değerli bilgiler edindim.
Proje; Çeşme, Urla ve Karaburun yani İzmir’de Yarımada olarak adlandırılan bölgede yapılması planlanan turizm kalkınma sürecine ilişkin. Ancak proje hakkında; Turizm ve Kültür Bakanı M. Nuri Ersoy’un “Dünyada örnek gösterilecek proje” açıklaması, yürütülen bazı imar ve kamulaştırma çalışmaları dışında pek de fazla bilgimiz yok. Öyle ki Çalıştay’a katılan Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer de projeyi hala görmediklerini belirtti.
Bilinenler ise; Yarımada’da büyük kısmı yaklaşık 2017 yılı öncesine kadar 1.derece doğal sit alanı olan ve %98 kısmı hazine arazisi olan bölgede golf sahaları, sağlık turizmi, kongre merkezi, temapark, film platosu, yat limanı, oteller, motorsport pisti yapılması planlandığı. Ama ne bu planların ayrıntıları ne de tüm bu yapılaşmanın doğaya ve bölgeye etkilerinin değerlendirildiği bir rapor kamuoyu ile paylaşıldı. Yani aslında ortada bir projede yok.
Çalıştay’da en çok da bu planlamaların bölgeye etkileri değerlendirildi. Konularında uzman tüm konuşmacıların ortak fikri bu projenin yeni bir çevre katliamı yaratacağı ve bölgenin kalkınmasından ziyade yine rant peşide koşan bir kesimin kalkındırılması amaçlanıyor! Bu proje için İzmir’in “Kanal İstanbul’u” benzetmesi yapıldı ki dinlediklerimden sonra bu yakıştırmayı son derece isabetli buluyorum.
İzmir Mimarlar ve Mühendisler Odası, Şehir Planlamacıları Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, Orman Mühendisleri Odası gibi projelerin etkilerini bilimsel olarak inceleme yetisine sahip Meslek Odaları’nın temsilcileri pek çok açıdan değerlendirmelerini paylaştılar. Öne çıkan endişeler;
- Öncelikle bölge zaten su fakiri olan ve özellikle yaz dönemlerinde sakinlerinin su ihtiyacının karşılanamadığı bir bölge. Bırakın otel müşterisi ve çalışanlarının istihdamı ile oluşacak yerleşim alanlarının ihtiyacını, sadece golf alanlarının su ihtiyacı dahi mevcut kaynaklarla karşılanamıyor.
- -Keza alt yapının (kanalizasyon atoğı vb.) bu ölçekte bir yapılaşmayı kaldıramayacağı da belirtiliyor.
- Ayrıca bölge nesli tükenmekte olanlar da dahil çok fazla canlı türü, endemik bitki örtüsüne ev sahipliği yapıyor. Bu proje tam bir doğa katliamına neden olacaktır deniliyor.
- Bölgede ciddi bir arkeolojik yapılanma var. Tüm bu süreç bu değerli alanların yok edilmesine neden olacak gibi görünüyor.
- Projenin kültürel yapıya etkileri ve nüfus da yaratacağı değişimler de başka bir endişe konusu.
Projeyi konunun uzmanlarından dinleyince bir kez daha gözünü para hırsı bürümüşlerin bölgeye verebileceği zarardan dolayı endişe ettim.
Zira bazılarının bu bölgeye baktığında gördüğü şey kilometrelerce sahili olan el değmemiş bir arazi. Ve baktıkça iştahları kabarıyor. Biz ise bu bölgeye baktığımızda gördüğümüz ise; yer altı kaynakları ile yerüstü güzelliklerinin birbiri ile yarıştığı, bitki örtüsünden hayvan çeşitliliğine kadar zengin ve doğal bir habitat. Ve ülkemizdeki son 20 yılda inşaat uğruna feda edilen doğal yapıyı düşününce gözümüz korkuyor.
Projeyi destekleyenlerin, bölgenin doğal ve kültür zenginliğinin korunması için itiraz edenleri şimdiden” yeniliklere karşı duran bir kısım bağnaz zümre” olarak tanımlayacağı ve hatta belki “vatan haini” yaftası yapıştırmaya çalışacaklarını tahmin edebiliyorum. Ancak sürdürülebilir bir yaşam hakkını savunan bizlerin her ne pahasına olursa olsun itirazlarını yüksek sesle dile getirmesi gerekiyor.
Kalkınma Politikaları’nın, çevre ve doğa politikaları ile uyum içerisinde uygulamalar geliştirmesi gerektiğine inanarak eğer doğru turizm potansiyeli yaratmak istiyor isek çevre ve doğal güzellikler ile tarihi ve kültürel değerlerimizin özenle korunması gerektiğinin bilincinde olmalıyız.
Elbette şehrimizin sadece Türkiye’de değil dünyada hak ettiği değere kavuşmasını, potansiyelini kullanmasını, bölge halkının refahının sağlanmasını bizler de arzu ediyoruz. Ama ne pahasına…
Doğaya rağmen değil, doğayla beraber düsturundan hareket etmemiz gerektiğinin de bilincinde olmalıyız.
Bizlere düşen; bir yandan İzmir halkına söz konusu projenin; bölgenin belli bir kesime peşkeş çekilme ve rant yaratma projesi olduğunu, kentimize zarar vereceğini anlatırken diğer yandan da alternatif kalkınma projelerimizi ortaya koymalıyız. Turizmin artık sadece otel, deniz, güneş üçlüsünden ibaret olmadığını, özellikle pandemi döneminde butik turizmin, kültür ve alternatif tatil türlerinin revaçta olduğunu anlatarak bölge için başka bir ihtimalin mevcut olduğunu göstermeliyiz.
Hiç şüphe yok ki; kentini tüm zenginlikleri ile seven İzmirlilere büyük iş düşüyor. Yarımada için vereceğimiz mücadelenin başarıya ulaşması ile; sadece Yarımada ve İzmir için mücadele olmadığını, bundan sonra ülkenin her yerinde yaşanabilecek çevre talan projelerine karşı da bir simge olacağını unutmamalıyız.
Ben eminim ki eğer endişelerimizi ve alternatif projelerimizi İzmirliye doğru anlatabilir isek, İzmir halkı şehrini seçecek ve bu mücadeleye katılacaktır.
Zira İzmir denince aklımıza, karşısındaki düşmanın sayıca çoğunluğuna değil içindeki inancın gücüne sığınan Kuvayi Milliye, düşmanı karşısında gördüğü anda hiç düşünmeden ilk adımı atacak cesareti gösteren Hasan Tahsin ve elbette umut, azim ve kararlılıkla yürüttüğü milli mücadelesinin son noktasını bu topraklarda koyan Mustafa Kemal Atatürk geliyor.
Dolayısı ile ben İzmirlinin, bu kadim şehrin değerlerinin korunmasında aklı selim davranacağından şüphe duymuyorum.
Günün Sözü;
Arı kovanı için iyi olmayan, arı için de iyi olamaz!
-Marcus Aurelius