Eski bir sözdür: "Petrol üzerinden iktidarlara, gıda fiyatları üzerinden halka ayar çekilir." Devletler de zaman zaman "borç yiyenin kesesinden yediğini" unutur, aşırı borçlanıverir. Dünyanın, özellikle gelişmiş zengin ülkelerinin derdi budur. Zenginler hala başkasının parasını kullanmaktadır. Bu konuya sonra devam edelim.
Borç para arayanlar milli sınırların dışına çıktıklarında neyle karşılaşacaklarını bilemez. Kendilerinde her ne kadar “öz güven tavan” olsa da fon sağlayıcıların da birtakım hazırlıkları(?) olması kaçınılmazdır. Fon talep edenlerin finansal kredibilitesi borçlanma konusunda kolaylaştırıcı olacaktır. Ülkelerin borçlanma rakamları üzerine kredi risk primi (CDS) eklenerek borçlanma maliyetleri belirlenir.
Türkiye dış finansmana başvurduğunda da durum böyledir. Ülke kaç faizle borçlanırsa borçlansın üstüne ayrıca CDS kadar “ek maliyet” yüklenecektir. Nasıl ki sigorta sisteminde daha önce geçirilmiş hastalıklar, ailedeki kalıtsal hastalıklar, ya da hayat tarzı sigorta priminin miktarında etkili ise CDS’lerde de benzer durum söz konusudur. Bunun ne kadar adil olduğu tartışmalıdır. Ülke aleyhine birtakım kanaatler içerip içermediği; risk puanları hesaplanırken borçlular aleyhine bir takım olumsuz değerlendirmelerin olması kabul edilebilir değildir. Bu kuşkular her daim sabit olsa dahi sonuçta ülkelerin finansman ihtiyacı hep aleyhlerine gelişmektedir. Üstelik veri toplama yöntemleri, ülkeden bilgi toplama kaynakları, ne kadar kuşkulu olsa dahi sonuçta veri, veridir. Tarla sürülmüştür…
Borç anlaşması için sınır ötesine giden kamu özel kurumlarını hazır bekleyen bir mekanizma vardır. Piyasa faizleri tamam.. Ya üstüne eklenen CDS primleri ne olacak? İşte burada ülke riski, ekonomik ve siyasi riskler ile jeopolitik risklerin de içinde yer aldığı bir paket hazırlanmıştır. Bu paketin içine, ülke dış politikasındaki risklerin de dahil edildiği bir hesaplama şekli devreye girecektir.
Şimdi mevcutlardan gidelim. Türkiye’nin son yıllardaki risk primi genelde 120-160 arasındadır… Bunun anlamı, kredi faizlerine ilave 1,5 puan kadar bir risk puanı da eklenerek borçlanma maliyetinin bulunmasıdır. Egemenler, her ülkeye bir risk puanı biçmiş oldukları için CDS’i olmayan ülke yoktur. İngiltere’nin ve Almanya’nın dahi bir CDS primi mevcuttur. Bu itibarla gelişmiş ülkeler 50 puan ve altında, gelişmekte olan ülkeler 100-150 arasında iken; Türkiye’nin CDS risk puanının 650 puana dayanmasının bir anlamı olması gerek. Neredeyse ödediğimiz faizin 4 katı risk primine maruz kalmak, anlaşılır bir durum değildir.
Şöyle bir geriye doğru bakıldığında.. Türkiye’nin derdinin hiç bitmediği görülecektir:
24 Kasım 2015 Rus uçağı düşürüldü.
Rusya ile ticaret bir anda kesildi soğuk rüzgarlar esiyor. Turistler de gelmedi o sene. 8 milyon kişi Türkiye’nin 1/5 misafir sayısına denk düşmekteydi. Ekonomi, durumdan hiç memnun olmadı. Derken, bunlar da neymiş diyeceğimiz günlere gelindi.
15 Temmuz 2016 malum, menfur kalkışma yaşandı…
Ülkenin damarlarından kan çekildi: Siyasi, ekonomik ve bürokratik sarsıntı yönetimde önemli bir boşluk doğurdu. Bu dönemde bile CDS rakamları 300’e dayanmıştı. Ülke normalinin neredeyse iki katına ulaşan rakamlar görüldü.
2017 Her şeyi düzene koyup yeniden yola revan olduğumuz dönem.
2017 neşeliyiz.. Yeniden anlaşmalar ve bölgesel birliktelikler… Ekonomi %7 büyüdü. Risk primi 150 puan.
2018 Zeytindalı Harekatı ile başladı. Türkiye jeo-stratejik olarak güvenliğini önceliklendirmişti. Güvenliği ihmal ederek yapılan herşey bir anda boşa gidebilirdi. Mart ayında Rahip Brunson müebbet hapis cezası talebi ile yargılanırken, Nisan ayında ABD yaptırımları masada. CDS havayı erken kokladı 200 puandan yükselmeye başladı; F35 projesinden Türkiye dışlanmak istendi. İki bakan ABD’nin kara listesinde. Dolar da hareketlendi: 1 dolar= 4,10₺.
24 Haziran Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi seçimleri.
13 Ağustos CDS 583 puan… 1 $ = 7,11 ₺ oldu. Böyle bir rakamı uzun yıllardır görülmemişti.
13 Eylül’de TCMB, faizleri 625 bps arttırdı, faizler %24’e yükseldi. Dolarda gevşeme 6,20 ₺.
12 Ekim’de papaz ülkesine gönderildi. CDS 380 bps, dolar ters döndü 5,60 ₺.
2018’in sonunda CDS 350 puan; dolar kuru 5,20 ₺.
Para lazımdı, yüksek maliyetlerden borçlanıldı. Borç verenler için faiz geliri, borç alanlar açısından faiz kamburu büyüdü. Maliyet çok yüksek. Faizler maliyetlere yansıdı. Buyurun maliyet enflasyonu... Ama riskler bitmiyor.
2019 S400’ler ve Barış Pınarı Harekatı. Ekonomi yine rüzgarın önündeki yaprak sanki; savruluyor…
Yıl sonunda “Doğu Akdeniz ve Libya UMH ile anlaşma” her şey tamam derken…
2020 virüslü çıktı: Corona…
Türkiye’nin bagajı dolu.
Ülke olarak sadece ekonomik riskler yok.
Siyasi ve jeopolitik riskler de var. Bu riskler bir şekilde Amerika, Rusya ve Avrupa ile çatışıyor. Türkiye’nin en zayıf yanı finansman ihtiyacı. En kolay kastıkları yer, finansman. Ülkeye para lazım, o da hazinede yok.
Türkiye bu finansman ihtiyacından çıkmadıkça IMF hep karşıdan el sallayacaktır.
IMF seçeneği ekonomik bağımsızlığın gitmesi demektir… 2001’den tecrübeliyiz. Vergi, harcama, tarıma sınırlama, özelleştirme ülkenin eli kolu bağlanmıştı.
O yüzden 2001 programı, “Dış politikayı ABD’ye, ekonomiyi IMF’ ye, iç politikayı da AB’ye bağlamıştı.”
IMF dışında, başka seçeneklere çalışmak gerek.