“Kimileri için bir hiçken, başkası için her şeysin. Her şey olmayı umarken, bir bakıyorsun ki. Hiçsin! “Jean Paul Sartre

Her insanın dünyaya cevap vermeme günü var. Tıpkı özleyip de aramak istediğin ya da sadece işini halletmek için telefona sarılıp aradığın insanların telefona cevap vermemeleri gibi…

Bazen bu aramaların karşılıksız kalmasının nedenlerinden birinin de, evrenin her şeyi dengeleme döngüsü olduğunu düşünüyorum. Kısasa kısas!

Oysa ne çok ihtiyacın olur telefonun ucundaki o sese…

 Bu kısasa kısas yasasının, insanları zorlama ve onların sabırlarının bir üst seviyeye geçirme aşaması olduğunu tahmin ediyorum! Tabii o ses ihtiyacınız olan sevgi, aşk, para, huzur vs. şeyler de olabilir.

Evrenin yaşayan tüm canlıları dayak ata ata eğitme yasası var sanki. İnsanoğlunun bu öğrenme çabası içinde neşe, mutluluk, acı, kahır ve hüzün demeti içinde yaşamaları bir gurup askerin farkındalık talimleri gibi gelir bana. Önce farkına varan kazanır. Varamayanın vay haline! Devamlı, uzun metrajlı sessizlik bocalamaları…

Kazanan insan farkındalığı ise acı verir. Çünkü hayatı daha çok algılar, daha çok hisseder... Sonra da diğer insanlardan uzaklaşır.

Yalnızlık bir motivasyon şeklidir aslında… En sevdiğim…

İçine dönüp kendini ve etrafındaki herkesi, her şeyi irdeleme biçimi. Kendini sevme kabul etme. İnsanlara karşı tavırların, olaylara karşı duruşun, onların seni anlayabilme ve senin dünyaya karşı duyduğun empatin. Bitti mi hayır, hayır daha işin vicdanı var ahlakı var, merhameti var, sempatisi, antipatisi ve en zor olanından aşkı sevgisi var. Bunları dengede tutup mutlu mesut yaşayarak kendini tanıyarak üstelik de kendini tanıdığın halinle sevmesi var…

Zor iş büyüye büyüye yaşamak. Önce bedenin sonra ruhun büyüyecek. Doğması, büyümesi, ergenliği, zayıflığı, şişmanlığı, sağlığı, güzelliği bir taraftan; diğer taraftan

Sosyalliğini, kişiliğini, cinselliğini, ilişkisini, muhabbetini geliştirecek yaşam boyu insanoğlu… En zoru da yaşadığımız topluma kendimizi kabul ettirmek, onaylatmak galiba.Hiç birimiz kopya kağıdı değiliz bu büyüme aşamalarında. Yaşadığımız toplumda da farklı kişiliklerin, farklı ırkların, farklı kültürlerin ışık kümeleriyiz. Tıpatıp birbirimize benzemek çok sıkıcı olmaz mıydı?

O zaman niye herkes “normal” standardı içine sokulmaya çalışılıyor. Farklı olanı öteliyor?  Bu öteleme içten içe kıskançlık duygusu mu acaba? Kıskançlığın altındaki o kişi olma isteği!

  Kendi halimizle, benliğimizle toplumda kabul görme kaygısı olmadan yaşamak gönlümüzce… Elbet sevileceğiz, elbette sevecek birileri bizi, çünkü ne kadar farklı olursak olalım evreni oluşturan bütünün parçalarıyız.

Tek başınayız evrendeki her şey gibi…Bu dünyada birlikteliğimizin yalnızlığını yaşıyoruz sessizce.

Ve belki de bir tek sevgi bağlıyor bizi birbirimize… “Bir” den gelen özümüze…

VAR MISIN?

Bir çiçek gibi geleceksin dünyaya,

Üzerine yağmurlar, karlar yağacak,

 Belki bir kedi yatacak yamacında

Şanslıysan arı konar yapraklarına.

Soğukta, sıcakta

Su damlasına hasret kalacaksın belki zamanla.

Kuş olsan, ağaç olsan, insan olsan,

Farkın yok hiçbir candan… Gamze Gürel