İhanetin üzerinden 5 yıl geçti.  Bir daha böyle ihanetlere zemin hazırlanmasın, fırsat verilmesin.   Türkiye'de darbe riski var mı konusu, her 10 yılda tekrarlanan darbelerle sıradanlaşmıştı. Son dönemin bu menfur girişimi ile o hücrelerin hep var olduğu ve bir gün uyarılmayı beklediğini gördük.

FETÖ elebaşısının kendi söylemiyle, “Kırk yılda diktiğimiz kazağı kimseye giydirmeyiz.” İfadesi,  ihanetin uyumadığının göstergesi. Bir gün fırsatı ele geçirmek için uzun yıllardan beri bir hazırlık içinde olduklarının kendi dilinden ifadesi...  Türkiye'de bu tür yapılar başta sivil toplum ve hayırseverlikten yola çıkarak mesafe katetmektedir. Sonrası ticaret ve siyaset; derken bürokrasi ile geniş bir ilişkiler ağını kontrol edebilmektedir. Bu yapıların önü açık oldukça, sivil toplum görüntüsü altında örgütlenmeye başlayıp, gücün de etkisi ile, yanlış yollara sapıldığı görülmektedir.  Nihayetinde siyaset ve bürokrasiyi de kontenjanlar yolu ile teslim alan bu ihanet temelli bu “yapılar” her zaman var olmaya devam edecektir. Bünyenin en zayıf olduğu anı kollayacaktır.  İşin sonunda hep siyasetin ve devletin ele geçirilmesi var olmaya devam edecektir. Bu tehditler bitmeyecek ancak fırsat vermemek gerekmektedir. 

Güçlenen bütün oluşumlar ilk hedefi  siyaseti teslim almaktır. Siyaset ve bürokrasi üzerinden ticaretin de bu değişime uyum sağlaması kaçıılmazdır. Demokrasinin de  üzerindeki en büyük tehdit budur: Pazarlıklar… tahsisler, kontenjanlar ve ihalelerle  devam eden bu süreç,  bir de "oy deposu" olarak görülen alanlardan oy almak için verilen “tavizler” ile kontrolün her daim kaybolmasına sebep olabilir. 

15 Temmuzlara muhatap olmamanın yolu

Yasaların herkese eşit uygulanmasıdır. Trafikte radarın bütün taşıtlar için  kuralları işletmesi, trafik akışının güvencesidir. Kuralların ihlal edildiği ya da birileri lehine imtiyaz teşkil ettiği durumlarda düzenin bozulması kaçınılmazdır.

15 Temmuz sadece Türkiye'nin sorunu değildir. Büyük bir egemenlik programının Türkiye eyağı 15 Temmuz üzerinden yürütülmüştür. TBMM FETÖ araştırma komisyonu üyesi, dönemin Manisa milletvekili Selçuk Özdağ'ın defalarca anlattığı bir konu var ki çok dikkat çekici, çok endişe verici ve olayın karanlık boyutunu göstermesi açısından çok açık önemli ipuçları vermektedir.

Yavuz Sultan Selim'in kaftanı uçakta

Evet!... Yavuz Sultan Selim Han’ın kaftanı uçakta yakalnıyor. Kaftan, ABD’ye götürülmek istenirken ele geçiriliyor.  Ele geçiriliyor dedik, Niyet belli!.. Kaftan Amerika'ya götürülecek.. Amerikan vatandaşı  malum O şahıs bunu giyecek; uçakla Türkiye'ye gelip, uçaktan o kaftan ile inecek ve ülkeyi teslim alacak. Almış olduğu vekalet ile ülkeye hakim olacak. Artık kendisine mehdi ünvanı mı, halifelik mi ne uygun görülürse, onu da yüklenerek görevini ifa edecek...

Benzeri bir olay 1979 yılında İran'da yaşanmıştı. İran’da İslam Devrimi yaptığını iddia eden Humeyni, Fransa'dan uçakla Tahran’a gelmiş. Tahran'da uçaktan o cübbesiyle inmiş ve ülkeyi teslim almıştır. Bu vahim oyunun bir benzeri ne yazık ki Türkiye'de de oynanmak istenmiştir.

Sonuçta sadece vaiz olarak çalışan bir görevliden bahsediyoruz. Bir vaiz olarak hayatını sürdürürken böyle bir organizasyonu kotarabilmesi şu anda aklen, bize çok zayıf gelmektedir. Mutlaka onun daha büyük bir akılla yönetilmesi ve vatandaşı olduğu ülkenin ilgili istihbarat birimlerinin de destek ve talimatlarıyla "yol alması"  daha makul gelmektedir.

Amerika'nın egemenlik hülyasının aparatları

Amerika 4 Temmuz 1776 ‘da kurulduktan sonra I. Dünya Savaşı'na kadar sadece bölgesinde etkin bir güç olmaya çalıştı.  I. Dünya Savaşı'ndan sonra İngilizler’in dünya egemenliğindeki etkisi azalmış, yerini ABD  hakimiyetine bırakmıştır. Bu yolda muhtemel bütün imparatorluk tehditleri de ortadan kaldırılmıştır. Bu yüzden 1800'lerin sonu 1900'lerin ilk çeyreği başta Osmanlı Devleti olmak üzere, dünyadaki imparatorluklarının hemen hemen son yüzyılı olarak adlandırılabilir.

Aslında Amerikan hakimiyeti, dünyanın istediği ülkesinde ticaret yapan, tüm kaynaklarını kullanan, para kazanan ticaret yollarına hakim olan, yeraltı kaynaklarını yöneten bir güç olarak ortaya çıkmasında görülmektedir. Eskilerin "İpek ve Baharat Yolu" güzergahının hakimiyeti ya da kontrolü, doğrudan ya da dolaylı, şu anda ABD'nin elindedir.

ABD hedeflediği egemenliğini sağlarken, bütün ülkelere bir Amerikan vatandaşını yönetici tayin etmesi çok da mümkün değildir. Ülkelerin buna tepki vererek direnç göstemesi de normaldir. Bu yüzden Amerika içeriden devşirdiği ya da bir şekilde kendi fikirlerini ve  görüşlerini benzer kişilerle yoluna devam etmek istemektedir. Bunun en masum yolu eğitim anlaşmalardır…

Marshall yardımları ile başlayan süreç, dolaylı bağımlılıktan doğrudan bağımlılığa geçen süreçtir. Sonrasındaki pek çok eğitim anlaşmaları, askeri anlaşmalarla  devam etmiş; bürokratlarından devlet adamlarına pek çok kişi dışarıda eğitilmiştir. Bu süreçte bazı "beyinler" de ne yazık ki devşirilmiştir. Yetişmiş beyinleri öncelikle kendine çeken ve değerlendiren Amerika, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, seçtikleri kişileri Amerikan menfaatlerini İngiliz menfaatlerini savunan bireyler haline dönüştürmektedir,

Bunun en bariz örneklerinden birisi 120 küsur günde üretilen DEVRİM arabası örneğinde görülmektedir. Ancak bilindiği gibi o girişim de sabote edilmiş ve Türkiye'nin "araba sevdası" 60 yıl ertelenmiştir. Bursa’daki tarlalarda şeftali üretimine devam edilmesine karar verilmiştir.