Yılmaz Vural röportajımın ikinci bölümüne, sorduğum sorulara verdiği içten cevaplardan dolayı, hocamıza teşekkür ederek başlamak istedim.

Fenerbahçe ile ilgili sorduğum soruya; ‘’ Görüşmelerimizde bana antrenör olarak değer veren büyük camia.’’ dedi.

Bu beni çok etkiledi.

Köln Spor Akademisi mezunu, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Akademisini bitirmiş, öğretim üyesi olmuş, mesleğine profesyonel olarak otuz beş yılını vermiş birinin ‘’değer verildi’’ demesi.

Üzerin de düşünmemiz gerekmez mi?

Fenerbahçe sizin için ne ifade ediyor?

     Fenerbahçe benim için; başkanları, yöneticileri ile karşılıklı konuşup gece anlaştığımız, sabah bozulan ama en azından karşılarında duran kişiye antrenör değeri veren büyük bir camia. Dolayısıyla ismim orada çok telaffuz edilmiştir. Galata Saray’da bu bir kez olmuştur. Özhan Canaydın, Ergün Gürsoy’un bana böyle bir teklifi olmuştur. Özhan ağabeyim ‘’ hayırlı olsun, antrenörümüz sensin.’’ dedi sonra o da bir nedenle bozuldu. Beşiktaş’la böyle bir diyalog olmadı maalesef. Fenerbahçe’nin, benimle profesyonel ilişki kurduğu için, yöneticilerinin bana verdiği değerden dolayı yeri başkadır. Ama nasip olmadı. Metin Aşık döneminde, Ali Şen döneminde iki kez ‘’çok yakın anlaştık’’ durumları ortaya çıkmıştı, ama olmadı. Benim için yeri farklıdır Fenerbahçe’nin.

Türkiye’de ki antrenörlerle ilgili görüşleriniz nelerdir?

    Türkiye’de ki antrenörler yoktan var ediyorlar. Onları dünya çapında bu yarışa dahil edecek bir etkileşim olamıyor. Onlar da kendilerini, kendi antrenörlük hayatlarındaki deneme yanılma metoduyla çok zaman kaybederek yetiştiriyorlar. Bu Türk antrenörlerinin şanssızlığıdır. Onun içindir ki bu, Türk oyuncularının da bir şanssızlığıdır. Maalesef eğitim konusu Türkiye’de kendi branşım ile ilgili söylüyorum yeterli değildir. O yüzden biz uluslararası pazarın içine giremiyoruz. Gerçi yurt dışına oyuncu göndere biliyoruz ama maalesef yeterli sayıda antrenör yetiştirip yollayamadık. Bu bir eksikliktir. Tabi bu Türkiye’de antrenör eğiten gurubun, bu işe yeni başlayan, düzenleyip bu işi doğru yapan ülkeler ’de ne yapılıyorsa bunu ülkelerinde de yapabilmesi gerekir. Çünkü, iyi yetişmemiş bir eğitici nasıl iyi bir oyuncu yetiştire bilir ki? bu önemli bir soru işaretidir. Yani, eğiticilerin eğitilmeye ihtiyacı olduğu bir durumdayız. Umarım bu önemli sorun bir an önce çözüle bilir. Yoksa Türkiye’nin bu yarışın çok gerisinde kalacağı apaçık ortadadır.

 Meslek yaşamınızda birçok anınız olmuştur. Bizlerle birkaç anınızı paylaşır mısınız?

     Olmaz mı, çok var tabi! Aklıma ilk gelen Antalyaspor’un küme düşmesidir. Türkiye liginde otuz dokuz puanla küme düşmüştür. Bu benim için çok olumsuz bir anıdır ve beni çok üzmüştür. Hala orada oynadığımız futbol, çıktığımız maç konuşulur ve hala o takımın nasıl küme düştüğüne kimse akıl erdiremez. Hala üzülürüm olumsuz bir anıdır.

Bursaspor’la 1989,1990, 1992,1993 de çalıştık. 1999’da (üç kez galiba) Türkiye kupası finallerine, yarı finallere katıldık. Bursa spor finalleri beşinci, altıncı sıralarda tamamladı ve başarılı bir performans gösterdi. O zamanlar Hodri Meydan diye siyasi bir program vardı. 1989 senesinde ki başarımızdan dolayı, Uğur Dündar’ın Bursa’ya kadar gelip antrenman sahasında Hodri Meydan Program’ını çekmesi önemli ve unutulmayan bir anıdır benim için. Malatya spor’ da iki kez Türkiye’nin en iyi antrenörü seçildim. Takımı Türkiye üçüncüsü ve beşincisi yaptım. Tabi oyuncularla da birebir yaşadığım birçok anım var ama aklıma ilk gelenler bunlar.

Korona virüs testiniz pozitif çıktı ve tedaviniz sonuçlandı. Bu konuyla ilgili neler söylemek ister siniz?

      Tabii ki büyük bir şanssızlık. Altay maçına hazırlanmıştık. Maça çıkmadan iki gün önce test olduk. Üç oyuncumuzun, iki antrenörümüzün ve yedi personelimizin testleri pozitif çıktı. Bir gün hastanede kaldıktan sonra taburcu edildik. Kendimizi karantinaya aldık. Fakat bizim durumumuz çok özeldi on ikimizde de hiçbir belirti olmadı. Hiçbir semptom yoktu ve bu konuyla ilgili kafamızda soru işaretleri oluştu. Çünkü birkaç gün sonra yaptırdığımız testlerin hepsi negatif çıktı. Bu da yapılan testin sağlıklı olmadığını, sonucun yanlış çıktığını gösterdi. Bilim adamları da bu tür testlerin doğruluk oranlarının yüzde otuz beş, yüzde kırk oranında olabileceğini söylüyorlar. Sanırım bizim başımıza gelen de buydu. Allaha çok şükür hiçbir sorunumuz olmadı.

‘’İNADIM İNAT’’ isimli bir kitap çıkarttınız. Bundan sonra da kitap çıkartmaya devam edecek misiniz?

  

      2017          senesindeydi. Sunay Akın bir gün birlikte sohbet ederken ‘’ Yılmaz, ben masalarda konuşurken her kes beni dinler, ben de seni dinliyorum. Bu konuştuklarını ne olur kitaplaştır, ilk alıcısı ben olacağım’’ dedi. Beni o teşvik etti ve ertesi gün evime İnkılap Yayınevi’nden Âdem Bey, birkaç avukat ve editörle geldi. ‘’Hocam kitap yazacaksınız. ‘’ dedi. Oturup anlaşma yaptık birkaç yıl içinde tescil ettiler ve sağ olsun Orhan Bahtiyar isimli bir romancı arkadaşımla beraber biz bu kitabı oluşturduk. Daha dağıtımı yapılmadan dördüncü baskısı bitti. Hakikaten de iyi bir kitap oldu.

Benim amacım gelecek nesle iyi bir ışık yakmak, kişisel gelişimle ilgili böyle başarılı olmuş olan bir insanın, bu yoldan giderken neler yapması lazım, başarılı olmaya aday insanlara tecrübelerimi anlatmak, yol göstermekti. Kitabımı almak için gittiğimde, kitabımı sportif yayınların arasında değil de diğer kitaplarla birlikte satıldığını görünce çok mutlu oldum. Yeni bir kitap yazmaya niyetim var. Ama kitap yazmak hiç de kolay değilmiş.

Son olarak okurlarımıza neler söylemek istersiniz?

      Okurlarımıza değil de okurlarımızı oluşturan bu işi organize eden yöneticilerimize bir şeyler söylemek isterim.

Şu anda Türkiye’mizde yedi_ on sekiz yaş arası okula giden çocuklarımıza eğitim verirken onlara spor yapma fırsatı veremiyoruz. Lütfen eğitimimizde spora önem verin ve spor yapmak isteyen çocuklarımızın önlerini açın. Çünkü aileler bana geldiklerinde ‘’ çocuğumuz çok yetenekli, okula mı gitsin futbol mu oynasın?’’ diye soruyorlar. Çocuklarımız seçim yapmak zorunda bırakılmasın. Çünkü ikisi birlikte gitmiyor maalesef. Sporu entelektüel insanlar yaparsa başarılı olunur. Çünkü zekâ isteyen bir iş bu. Bu konuda Türkiye maalesef eğitilmiş sporculara sahip çıkmıyor.

       Ben oyuncularımla, on beş dakika teori dersi yaptığımda sıkılıyorlar. Teorisiz pratik olmaz. Milli eğitimin spor yapmak isteyenler için ayıracak bir eğitim programı oluşturması gerekiyor. Amerika, İngiltere, Rusya gibi gelişmiş ülkelerde, olimpiyatlarda başarılı olan ülkeler de bu gerçekleştirilmiştir. Bu ülkeler bunu yapıyorlar da Türkiye niye bu konuda hala bir adım atmıyor hiç anlamış değilim. Bu kocaman bir soru işareti. Mutlaka çözüm bulunmalı.

Eğer bizler bu spor olayını ekonomi gibi, savunma gibi değerli bulmazsak, bunların arasına sokmazsak, aynı önemi vermezsek bu iş olmaz.

   Bu röportajı yaptıktan kısa bir zaman sonra, korona virüs tanısıyla hastanede tedavi altına alınan değerli hocamıza acil şifalar diler, gülen yüzü, sıcak esprileriyle yeniden aramızda görmeyi temenni ederiz.

Buket Işıkdoğan Köse