Türkiye Oruç Reis için ilan ettiği NAVTEX’lerin sonuncusu 12 Eylül’de sona erdi. Oruç Reis Antalya limanına döndü. Malum Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerilim "Fransız hormonu" ile devam etmekte idi. Türkiye 12 Eylül sonrası için hem gerilimin düşürülmesi hem de diplomatik diyalog kapılarının açık tutulması adına, yeni bir NAVTEX ilan etmedi.
Türkiye son aldığı Karadeniz ve Doğu Akdeniz kararları ile kararlılığını ortaya koydu. Dış politika açısından bu duruş çok önemli. Yalpalamaması da başka bir kesinlik ifadesi olarak görülmelidir.
Son dış politika eylemleri de gösterdi ki Türkiye, dost ve müttefikleri ile "dost" değildir. Bunun siyaset bilimindeki tarifi: “Dış politikada dostluk olmaz, çıkarlar vardır.” ifadesidir. Türkiye ya bugün olduğu gibi Ege Akdeniz limanları ile sınırlı bir ülke olarak kalacak; ya da uluslararası hukuk bakımından hak ve menfaatlerinin takipçisi olacaktır.
Ancak bir gerçek var ki ülkenin elini kolunu bağlayan ekonomi gerçeği… Reel ekonomi canlandırılmadan ülkenin ekonomik bağımsızlığı sağlanmadan dış politik bağımsızlığını sağlamak mümkün görünmemektedir. Türkiye, ekonomi üzerinden en fazla cezalandırılan ve eylemlerinden vazgeçirilen ülkeler arasındadır.
Zenginlik olmasa da üretim önemlidir… Bağımlı olmak yerine muhtaç olmamak önemlidir. Reel ekonomi, üretim bazlı ekonomidir. Ekonomide zorunlu ihtiyaçlar karşılanmadığı anda tedarik zinciri kopacaktır. Bu yüzden ekonomiler dayanabildiği sürece baskı ve yıldırmaya boyun eğmeycektir. Ülkelerin şimdilerde çok sarıldığı korumacılık bir yere kadar; nihayetinde korumacılığın da bir haddi hududu vardır.
Ülkelerin bu yüzden askeri, hukuki ve siyasi-ekonomik alanı birlikte yönetme ve geliştirme zorunluluğu bulunmaktadır. Güvenliğin tehdit altında olduğu her durumda diğer seçenekler önemsizleşmektedir. Türkiye bugün güvenlik gerektiren bir politikanın tam da ortasındadır. Yıllardır devam eden PKK terörünün yurt içindeki eylem yoğunluğu, ardından gelen 15 Temmuz cinneti, Irak ve Suriye’deki tehditler ve bölücü eylemler Türkiye’nin dikkatinin güvenliğe odaklamasına yol açmıştır. Buna bir de denizler ve adalardaki Yunan kışkırtıcılığı, Türkiye’nin sorunlarını çözmede aktif olmasını, kararlı, bilinçli ve tutarlı olmasını zorunlu kılmaktadır.
“Savaş, diplomasinin başka araçlarla devam ettirilmesidir.” Diplomasi seçeneği elbette hep masada vardır. Askeri güç varsa diplomasi masasında kararlılık olur. Ancak tehditlere de pabuç bırakılacak bir durum sözkonusu değildir. Üstelik ülkenin haklı ve kararlı bir talebinin zor kullanarak alınmak istenmesinin anlaşılır ve açıklanır bir yanı yoktur. Türkiye bu konuda “bedel ödemeye de bedel ödetmeye” de hazırdır.
Kimse zayıf ve çelimsiz bir ülkeyi muhatap almayacaktır. Türkiye bölgesinde güç odağı olmuştur. Güçlü bir donanması var ki talepleri dikkate alınmaktadır. Elbette içeriden devşirilen yerli işbirlikçiler meselesi her ülkede vardır. Türkiye bunun da üstesinden gelecek iktidar ve muhalefetteki kadroları ile dimdik ayaktadır. Türkiye’nin haklı ve meşru taleplerle masaya gelmesi muarızlarını korkutmaktadır. Türkiye güçlendiği için düşman sayısında artış vardır. Burada da rasyonel akıl kazanacaktır.
Yunanistan Avrupanın en borçlu ülkesidir. Türkiye, 2060 yılına kadar alacağını takside bağlamış bir Almanya’ya dikkat etmelidir. Bütün gelirini Almanlara ipotek veren Yunanistan’ın da hırçınlığını anlamak zor değildir. Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edip kendinin olanın peşine düşmesi en büyük alacaklıların uzun vadeli hesaplarına zarar vermektedir. Türkiye çok uzun yıllardan beridir ilk defa bu kadar haklı ve bir o kadar kararlıdır. Bu noktadan dönüş yoktur.. olmamlıdır da.
Özellikle önce Balkanlarda sonra Ortadoğu’da ortaya çıkan ya da kurulmak istenen devletlerin oluşturulma nedeni, I. Dünya Savaşı’nın düşük yoğunluklu olarak devam etmekte oluşudur. Ama unutulan en önemli gerçek, o günlerde Sevr’i imzalattıkları “hasta adam” ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti aynı değildir. Türkiye kendi yolunu çizmektedir.