“Çok büyüdü; çok da kontrolsüz.” Bu sözü Türkiye için söylediler. Onlar için Türkiye, sürekli sağmal olsa; sütünden, yününden, tezeğinden bile faydalanılsa… yeri geldiğinde etinden de bir parça alındığında ses etmese, hatta boynunu uzatıverse.. ne iyi olur.
Ekonomi dilinde Türkiye’ye biçtikleri rol ise “borçtan başını kaldıramayacak kadar çaresiz; ama faizlerini ödeyecek kadar takati olsun, yeter.” Bu gömlek Türkiye’ye dar gelmektedir. Devran döndü… Misak-ı Milli sınırları içinde yer almasına rağmen Musul ve Kerkük’e yaklaştırılmayan Türkiye Cumhuriyeti devleti, Lozan sonrasında uydurma Irak Devleti sınırlarında yer alan bir Musul ve Kerkük’e razı olmak durumunda bırakıldı.
Şimdilerde yeni Musul ve Kerkük, Doğu Akdeniz’dir. Türkiye, büyüdükçe bu sınırların doğal olarak dar geleceği ve ülkenin kendini başka bir yön çizeceği açıktır. Normal fiziki coğrafyanın ötesinde bir gönül coğrafyasına sahip olmak her ülkenin harcı değildir. Afrika’dan Ortadoğu’ya hatta Balkanlar ve Orta Asya’ya Türkiye bir etki alanına sahiptir. Bu alan askeri ya da diplomatik bir sorun olmayacak dahi olsa ticari ve ekonomik olarak da sorunun merkezindedir.
Geçen hafta Amerika Bütçe Ofisi 2020 bütçe açığını 3,3 tr. dolar olarak beklediğini açıklamıştır. Krizin etkileri ile 3 yılda yeniden toparlanma ve normalleşmenin olacağı kabul edilirse bu açık toplamda 10 tr dolara ulaşmış olacaktır. Dünya ekonomik anlamda açıkları yönetebilir durumda değildir. Her ülkenin, sorunlarını halının altına süpürdüğü günlerin sona erdiği zaman da gelecektir.
ABD için 2020 dahil, 2021 ve 2022 toplam açıklarının 10 tr dolara ulaşması, bununla başka sorunların tetikçisi olması anlamına gelmektedir. Bunun finansmanı ise bambaşka bir sorundur. Bu yüzden yeni gelir kaynakları bulunması gerekmektedir. Bu anlamda Güney Kıbrıs’a yönelik silah ambargosunun kaldırılması, Güneyde bir ABD üssünün tesis edilmesi ve bölgedeki enerji kaynaklarına ABD’nin çökme ihtimali yeni krizlerin başlangıcıdır.
Haliyle buna mani olma ihtimali olan tek devlet Türkiye’dir. Türkiye dünkü NATO’nun ileri karakolu, yeşil kuşağın önemli bir halkası ve BOP’un kapsadığı işlevin dışına çıkmıştır. Türkiye bağımlılık modellerini aşmış bağımsız bir aktör olma yolundadır. İstenmeyen ve gelecek için tehdit görülen husus budur.
Batı sistemi ABD merkezli ve eski dünyanın da ABD ekseninde hareket ettiği bir gelişmeyi öngörmektedir. Bu eksen Kıta Avrupası için bile abes kaçmaktadır.
Her şey “ekonomi” kıvamında gelişmeler oluyor görünse de; jeopolitik bir hedefin olmadığı ileri sürülse de büyüyen ve gelişen ekonomisi ile Türkiye’nin bulunduğu coğrafyaya sığmadığı ve daha da sığmayacağı bir gerçektir. Zenginlik, gücü ortaya çıkarmaktadır. Bu gücün küresel dengelere yön verebileceği hatta merkezleri değiştirebileceği gerçeği ihmal edilmemelidir.
Türkiye her alanda projeler üretmektedir. bunlar “kime ne fayda sağlar” diye baştan sormak gerek. Haliyle böyle bir projenin başarılı olup hayata geçirilmesi, ekonomik ve politik merkezin yeniden yön değiştirmesini beraberinde getirecektir. ABD bunu ister mi? Ya da “ABD bunu istemez” diye Türkiye yolundan döner mi? Haliyle ABD Çin derdindeyken; AB Yunan - Fransız koçbaşı ile Türkiye’yi dizginlemeye çalışmasının yakın gelecekte sonuçlarını göreceğiz.
Özellikle de yüzyılların “İpek Yolu” yeniden canlanırsa, bu durum ekonomik ve askeri güç alanlarına da yansırsa… diye başlayan cümleyi tamamlamadan şunu soralım: “küresel egemenliğin ve küresel baronların hali o zaman ne ola?” Bunun günümüzdeki ekonomik, siyasi ve askeri çatışmalarla hiç mi ilgisi yoktur? Hiç mi terör boyutundan uzak bir durumdur? Ya da ülkelerin kaynayan kazanlarının altına odun atılmaya devam edilmesinin bununla hiç bir ilgisi yok mu sanılmaktadır?
Eski ittifaklar güç kaybetmektedir. Salt askeri güce dayalı eski ittifak anlayışı yeni dönemde dijital güvenlik ve bio-güvenlik gibi yeni alanları da harekete geçirecektir. Merkez ülke niteliğine sahip Türkiye gibi ülkelerin vakti gelmiştir.